2. Dünya Savaşının Gölgesinde Bilim…

“Eğer diğer ülkelerde sürekli daha fazla silahlanma olacak deniyorsa ben de o devlet adamlarına derim ki, ben yorulmam! Bu yolda gitmeye kararlıyım ve diğerlerinden daha hızlı gideceğimize inancım tamdır.”

Dünyanın ikinci büyük savaşının başladığı gün, faşizmin lideri Hitler, Alman halkına işte böyle hitap ediyordu.

Küçük bir kıvılcımın bütün dünyayı alevlerle sardığı bu dönemde, ister istemez bilimsel gelişmeler de farklı anlamlar kazanıyordu. Yeni ve daha güçlü silahlar geliştirmek, savaşa hazırlanan devletlerin bütçe planlarında giderek daha üst sıralara çıkarken buna olanak sağlayan bilimsel keşifler daha çok önemsenmeye başlamıştı.

Dönemin ve yüzyılın en önemli fizikçisi Albert Einstein, ABD başkanı Roosevelt’e yazdığı mektupta yeni bir olanaktan, ama aynı zamanda büyük bir tehditten bahsediyordu:

“Fransa’da Joliot’un, Amerika’da Fermi ve Szilard’ın çalışmaları sonucunda büyük uranyum kitleleri ile çok büyük bir güç ve radium benzeri elementler ortaya çıkaran zincirleme çekirdek tepkimeleri yapmak olanaklı oldu. Bu olgu, aşırı güçlü bombaların yapılmasına yol açabilir.”

Albert Einstein ve Leo Szilard

Hitler ve Mussolini gibi faşist liderlerin dünyaya meydan okuyuşları, onları korku ve tehdidin simgelerine çevirirken, ABD gibi diğer kapitalist devletlerin politikalarının gerekçelendirilmesine ve aklanmasına da ortam hazırlamıştı. Einstein da bu mektubu yazarken tehditi kapitalist sistemin bütününde değil, onun en hararetli temsilcileri faşistlerin şahsında görüyordu.

Durum değerlendirildi ve karar verildi. ABD’nin bu yola başvurmaması düşünülemezdi. Birleşik Devletler Ordusu Mühendis Birliği’nin sloganı: “Biz yolu açarız” Ve 1942’nin Haziran ayında bu birlik kapsamında ABD ordusuna atom bombası yolunu açmak için yeni bir proje başlatılmıştı. Kod adı “Manhattan” olan bu gizli proje, yapılan milyarlarca dolar yatırım ile ABD’nin tarihindeki en büyük askeri projeydi.

Birçok genç insan, onbinlerce bilimadamı ve teknisyen, dönemin ünlü bilim insanları, yaşadıkları yerlerden ve çalıştıkları üniversitelerden alınarak bu gizli projeye dahil edildi. Ülkenin her yanına yayılmış onlarca bölgede uranyum gibi elementlerin maddi özellikleri, zincirleme çekirdek tepkimelerinin gerçekleşme koşulları, bunların insan doğasına etkileri, verdikleri zarar düzeyi gibi konularda bilimsel araştırmalar başlatıldı.

Üç yıl boyunca yapılan muazzam çalışmalar sonunda meyvesini verdi ve dünyanın ilk atom bombası 1945 Temmuz’unda boş bir arazide denendi. Sonuç büyük bir “başarıydı”, bombanın kilometrelerce arazide bir anda büyük bir yıkım yaptığı görüldü. Diğer iki atom bombasının da yapımı tamamlanmıştı. Plütonyum bombası “Şişman adam” ve ondan daha küçük olan uranyum bombası “Küçük oğlan” olarak adlandırılmıştı.

Meksika’da ilk bombanın denenmesi, özellikle projeyi yönetenlerde büyük bir heyecan yaratmıştı. Dönemin ABD başkanı Truman günlüğünde şöyle diyor:

“Dünya tarihinin en korkunç bombasını keşfettik. Fırat nehri vadisi çağında Nuh ve onun müthiş gemisinden sonra kehanet edilen ateşli yıkım belki de budur.”

Projede yer alan bilim adamlarının bir kısmı, üst kademelerdeki esrikliğin tersine endişe duyuyordu. 11 Temmuz günü projede yer alan yedi bilimci, hazırladıkları “Franck raporu”nda atom bombasının uluslararası anlaşmalarla yasaklanmasını öneriyordu:

“Beş yılın sonunda kendimizi, insanlığın geri kalanının farkında olmadığı, bu ülkenin ve diğer bütün ulusların geleceği için korkunç bir tehlikenin bilincinde olan küçük bir grup insan olarak bulduk. Bunun sonucunda atom gücünün kullanılmasından doğan politik sorunların bütün gerçekliğiyle tanınması, uygun adımların atılması ve gerekli kararlar için hazırlık yapılmasını görev bildik.”

Dr. Oppenheimer,

Bundan beş gün sonra projenin bilim sorumlusu Dr. Oppenheimer, “Nükleer silahların hemen kullanılmasını” önerdiği bir metne imza attı.

Ertesi gün, atom gücünün bulunmasında büyük katkısı olan fizikçi Leo Szilard’ın Manhattan Projesinin bir laboratuvarında imzaya açtığı ve toplam 70 imzanın toplandığı bir dilekçe, şöyle diyordu:

“Atom gücündeki gelişme uluslara yeni yoketme yolları verecek. Bizim elimizdeki atom bombaları bu yönde yalnızca ilk adımı temsil ediyor ve bu gelişme sürerse kullanılabilecek yokedici gücün neredeyse hiçbir sınırı yok. Bu yüzden, doğanın yeni özgürleştirilmiş bu güçlerinin yokedici amaçlarla kullanılmasında örnek oluşturan bir ulus, hayal edilemez boyutlarda bir yokediş çağının kapısının açmanın sorumluluğunu taşımak zorunda kalabilir.”

Ama bu imzalar da ABD’nin askeri çıkarları adına görmezden gelindi. Projenin teknik detaylarına odaklanan bilim adamları, yarattıkları bilgi birikiminin politik ve sosyal sonuçları konusunda çaresizdiler. Projenin en önemli isimlerinden, ünlü fizikçi Feynman şöyle yazmıştı:

“Görüyorsunuz, bana ve diğerlerine olan şu ki, iyi bir gerekçeyle başladık. Bir şeyi başarmak için çok sıkı çalışıyorsunuz, ve bu bir zevk, heyecan veriyor. Ve sonra birden düşünmeyi bırakıyorsunuz, hepsi bu.”

Bilimcilerin atom bombasının Japonya’ya karşı kullanılması kararı karşısındaki çaresizlik, bu politik sonuçlar karşısında sorumluluk duymalarını zorlaştırıyordu. Mesela Feynman, atom bombasının atılmasından sonraki çalışmaları boyunca fiziksel dünyanın bilinmeyenlerini, atomun gizemlerini heyecanla anlattığı bilimsel konuşmalarının hiçbirinde atom bombasından, Hiroşima’dan bahsetmiyordu.

ABD’nin atom bombasını kullanmasının resmi gerekçesi, Japonya’nın teslim olmasını sağlayarak savaşı sona erdirmekti. Eğer bomba kullanılmazsa, askeri bir işgal ile teslim almak gerekeceği için büyük kayıplar verileceği söyleniyordu. Oysa Japonya zaten teslim olmaya hazırdı ve bu biliniyordu.

Hiroşima

6 Ağustos 1945’te Hiroşima’nın üzerinden geçen bir uçak, “Küçük oğlan”ı şehrin ortasına bıraktı ve oradan uzaklaştı. Uçağın yardımcı pilotu gördüklerin şöyle anlatıyordu:

“Bomba Hiroşima’ya düşüp patladığında bütün bir kentin yok oluşunu gördük. Günlüğüme şöyle yazdım: Tanrım, biz ne yaptık?”

Bomba düştüğünde çevredeki bütün binalar hızla tuzla buz oldu, onbinlerce insan bir anda kül oldu. İlk anda şehri kaplayan büyük ateş, insanları yakarak öldürdü. Hiroşima’daki 330 bin kişinin 70 bini o anda öldü. Hayatta kalanların da önemli bir kısmının derileri yanmış, yırtılmıştı. Bomba, radyoaktif özelliği nedeniyle yıllar sonra bile ölümlere neden olabildi. Bu ilk bombanın toplamda 200 bin kişinin ölümüne neden olduğu biliniyor.

Patlama anında durmuş bir saat

İlk saldırıdan üç gün sonra, 9 Ağustos günü Nagazaki’ye atılan bomba yine onbinlerce insanı bir anda yok etti.

Bomba atıldıktan sonra Japonya teslim oldu. ABD’nin son sözü söylediği sözde bir “dünya barışı” sağlandı ancak bu aynı zamanda  Sovyetler Birliği ile Soğuk Savaş’ı başlatan da bir hamle oldu.

General Groves, ilk bomba patladıktan sonra Oppenheimer ile konuşarak bu “başarılarını” kutlamıştı. Oppenheimer, atom bombası projesini başarıyla yerine getirmişti. Hatta “ulusal bir kahraman” olarak görülüyordu. Fakat bu kısa sürdü.

Proje boyunca atom bombasından daha kuvvetli olan hidrojen bombasının yapılmasını savunan, ancak işe yarayabilecek bir tasarım sunamayan Edward Teller, soğuk savaşın yükseldiği dönemde giderek daha çok dikkati üzerine toplamıştı. 1949’da Sovyetlerin ilk atom bombalarını denemeleri de ABD’nin tekelini yıkarak bu süreci hızlandırmıştı.

Truman, hidrojen bombası ile ilgili çalışmalara başlanmasına karar verdi. Atom bombasının kullanılmasındaki desteğine rağmen, Oppenheimer, hidrojen bombası çalışmalarına karşı çıktı. Bunun sonucunda, hakkında başlatılan soruşturmalar, komünist olduğu iddiaları arasında görevinden uzaklaştırıldı.

Silahlanma yarışına giren devletin sınırsız istekleri karşısında uzaklaşmak zorunda kalan birçok bilimadamı vardı. Leo Szilard, yıllar sonra bir röportajında bu olguya dikkat çekmişti:

“Büyük güçler, sınırlanmak zorundadır. Biz bu zorunluluğu yaşamadık. Sanırım bu birçok bilim insanını derinden etkiledi ve bomba üzerine çalışmaya devam etme isteklerini azalttı.”

Manhattan Projesi’ni başlatan gerçek sebep değilse bile tetikleyici mektubu yazan Einstein, Hiroşima’nın basına yansıyan fotoğraflarını gördüğünde “Parmaklarım yansaydı da o mektubu yazmasaydım.” diyerek pişmanlığını belirtmişti.

Hiroşima Barış Anıtı’nda şöyle yazıyor: “Bütün ruhlar huzur içinde olsun; çünkü kötü olanı tekrarlamayacağız.” Einstein da bilim insanının sorumluluğunu şu sözleriyle hatırlatıyor:

“Zincirleme çekirdek tepkimelerinin keşfinin, insanlığın yok oluşuna kibritin icadından daha çok katkıda bulunması gerekmez. Elimizdeki bütün güçle bunun kötüye kullanımını engellemek zorundayız.”

Evrensel Gençlik sayı 77- 78 

Kaynak:Buradan ulaşabilirsiniz.

Bir cevap yazın